26 Nisan 2007 Perşembe

ground beneath my feet


"Wow, after I jumped it occurred to me life is perfect, life is the best, full of magic, beauty, opportunity... and television... and surprises, lots of surprises, yeah. And then there's the best stuff of course, better than anything anyone ever made up, 'cause it's real..."


İlk fragmanını görmüştüm ve vurulmuştum. Fragmanların görevini düşünecek olursak, başarılıymış demek ki...

Sonra, izlediğim andan bu yana bağlandım. The Million Dollar Hotel, Wim Wenders için farklı bir deneyim midir onu bilemiyorum, ama beni Wings of Desire gibi kanatlandırmıştır diyebilirim. Çocuk çocuk olduğundan beri Wenders, başka bir masal dünyasına kitlemiş izleyicisini... Ona Berlin üzerindeki gökyüzü için asistanlık eden Claire Denis de Trouble Every Day ile tavan arasındaki deli kadını aşk hikayesi çerçevesinde anlatır. Çatıdan uçan sırlar oteli, kanatlarına veda eden Berlin üzerinde gökyüzü meleği ve çatıdaki kilitli odasından kurtulmaya çalışan her gün başka bir bela ... Biri uçarak yaşamına veda eder, diğeri uçmaktan vazgeçerek sevdiğine kavuşmak ister, bir diğerinde ise uçmak isteği, birini yakar; bir diğerinin yemeğini dışardan karşılamasıyla sonuçlanır.


''When the child was a child, it was the time of these questions. why am i me, and why not you?

Sıradan olmayanların, herhangi bir yerden arızası olanların aşkıdır ama aynı zamanda sıradanlıktır arzulanan, bu üç filmin görünüşünde... Olduğu gibi aşıktır hepsi ve olduğu gibi kusurlu...

Bu sabah, evden çıkmadan önce anahtarları ararken geçti elime Sırlar Oteli... Ama zaten yıllardır odama, sayfalarıma fon olan da oydu. Niye yere düşmüştü ki cd'si?

Hiç yorum yok: